anayasal vadandaşlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anayasal vadandaşlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2009

"Kürt sorunu"nu "paradigmalar tahterevallisi"nin figüranları çözemez!

“Kürt sorunu”nu “paradigmalar tahterevallisi”nin figüranları çözemez!

Atalay GİRGİN*

Türkiye Cumhuriyeti, yalnızca paradigması iflas1 etmiş bir devlet değildir. Aynı zamanda siyaset ontolojisi açısından da miadını doldurmuş bir devlettir. Miadını doldurmuşluğunun en bariz örneklerinden biri ve en önemlisi, kendi iradesiyle, değişen Türkiye toplumunun, bölgenin ve dünyanın gerçekliğine uygun yeni bir paradigma belirleyemeyip uluslararası aktörlerce “paradigmalar tahterevallisi”2ne çıkarılmış olmasıdır.

Aktörler ve Türkiye’ye biçilip dikilmeye ve giydirilmeye çalışılan paradigma uluslararasılık patentini taşıyor olsa da, bu tahterevallinin sözüm ona başrol oyuncusuymuş gibi arz-ı endam eyleyen figüranları yerlidir. Hatta yeni paradigmanın ya da ‘kostüm’ün malzemeleri bile hem Türkiye’ye hem de bölgeye ait olması anlamında yerli… Ama ‘terziler’ ya da tasarlayıp yazanlar için geçerli değil bu hüküm… Uluslararası aktörlerin bölgesel çıkarlarını maksimize etmek için imal edilip servis edilen ve Türkiye’ye giydirilmeye çalışılan bir paradigma sorunu ortadan kaldırmaya kadir değildir.

Bundan dolayı, “Kürt sorunu”nda çözüm, “Paradigmalar tahterevallisi”nin “figüranlar”ının, yani ne adına ‘Ergenekon’ denilenin ne de ‘Ergenekon’un paketlenme ihalesinin taşeronluğunu yapanların başaracağı bir şey değildir. Çünkü figüranlar, yaşamın her alanında suflörün verdiği suflelerle konuşur ve düşünüyormuş gibi yapar. Bir yanda yıllardır bilincine kazınmış ve yaşamın gerçekliği tarafından aşılmış olsa da dogmalaşmış kabuller vardır, diğer yanda ise uluslararası “efendilerin” çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda çerçevesi çizilip hazırlanan paradigmanın tekstleri.

Kendi paradigmalarını, değişen toplumsal, bölgesel ve dünya gerçekliğine göre belirleyemeyen ve bu doğrultuda sorunlarına çözüm üretemeyen devletler, “paradigmalar tahterevallisi”ne çıkarılır. Tahterevallinin uçlarında oturan ve fonda esas “oğlan” ya da esas “kız”larmış gibi görünenler her daim figüranlardır. Çünkü önce figüranlar düşer, önce onlar düşürülür; önce onlar dövüştürülür ve önce onlar miadını doldurup terk-i diyar eyler sahneyi…

Ve onlar, asla paradigmanın tamamını ve yol haritasını göremedikleri için, “efendiler”in suflöründen sufleler gelmediğinde ne diyeceklerini şaşırıverirler. Bir gün “açılım”, “çözüm”, “kardeşiz” diyenler bir bakmışsınız bir başka gün “ya sev ya terk et” noktasına gelivermişler. Ya da tüm hesapçılılıklarıyla, pazardan bir malı daha ucuza almanın ya da daha fazla ne koparabiliriz fırsatçılığının peşine düşmüşler. Oysa iki yaklaşım da “açılım”dan “çözüm”e ulaştırmaz Türkiye’yi… Palyatif ve günü idare eden adımlarla oyalar ve toplumsal anlamda, hem fiili hem de potansiyel enerjisini bile heba eder.

“Kürt sorunu”nu “şahinler” çözer

Bundan dolayıdır ki, “Kürt sorunu” sufle bekleyen figüranlarla çözülmez. Abdullah Öcalan’ın ısrarla “Ne AB’nin çözümü ne de ABD’nin çözümü” deyişinin bir anlamı olmalı. Hele hele AB’nin ve ABD’nin dışında çözüm arayan ve onlardan bağımsız olan ya da bağımsız olduğunu söyleyenler açısından. Eğer söz konusu söylem, figüranlığın farklı türden bir tezahürü değilse, bu sorunun çözümü, figüranlaşmayan, kendi aklıyla düşünen, kendi sorunlarını kendi gücü ve olanaklarıyla çözme iradesine ve değişen Türkiye, bölge ve dünyaya ilişkin siyasal, toplumsal, kültürel,vb. düşünsel ufuk genişliğine, derinliğine sahip olan “şahinler”in ve “güvercinler”in işidir.

Sorunun bedelini ödeyenler, göğüsleyenler, çözümün ödülünü olgunlukla sindirmeyi de bilirler. Acılarını ve yitirdiklerinin anısını yüreklerine gömmeyi bildikleri gibi, baltalarını da toprağa gömmeyi ya da “asar-ı atika müzesi”ne kaldırmayı da bilirler. “Şahinler”in çözümü daha sağlam ve daha kalıcıdır. Çünkü “şahinler” ötekinden önce kendine güvenir. Karşısındakine güveni kendine güveninden kaynaklanır. Çünkü “şahinler” ötekinin sözüne, kendi sözünün sahibi olmayı bildiği için itimat eder. Ne “al takke ver külah” tarzında pazarlık ne de “kayıkçı kavgası” yapar.

İşte bu noktada, ihtiyacı en çok hissedilenler, mevcut durumu korumaya çalışan, yani çözümsüzlüğü ‘yönetilebilir bir çözüm’ kılma akl-ı evvelliğine başvuran, sözlerinin keskinliğine sığınarak vazıyeti idare eden, siyasal miyoplukla malül, moda bir deyişle, “çakma şahinler” değildir. “Çakma şahinler” ya da “çakma güvercinler”, “paradigmalar tahterevallisi”ne çıkabilmek için, şu ya da bu “efendi”nin lütfuna mazhar olmayı bekleyen figüran adaylarıdır. Çünkü onlar, hizmet etmek için sıra bekledikleri, kapitalist sömürü düzeninin evlatlarıdır.

“Kürt açılımı” başlığı altında gündemin sıcak maddesi haline gelen ve kimi beklentilerin yüksek perdeden dile getirilmeye başlandığı “Kürt sorunu”, sözüm ona “şahince” sözler söyleyenlerin “çakma şahin” mi yoksa gerçek birer “şahin” mi olduklarının da görüleceği bir mihenk taşıdır. Bu her iki tarafın siyasal figürleri için de geçerlidir.

Görülecektir. Kimler “kendi sorunumuzu kendimiz çözer, kendi paradigmamızı kendimiz belirleriz” diyen kalıcı ve sağlam bir çözüm sürecinin aktörü olacak? Kimler, tüm keskin ve yüksek perdeden hamaset nutuklarının ardında, figüranlar aracılığıyla uygulanmak istenen ve imal edilmiş uluslararası bir paradigmanın parçası olarak servis edilen projenin payandası ya da istepnesi, birer “çakma şahin”, “çakma güvercin” haliyle arz-ı endam eyleyecek? Ancak bunlar olup biterken, imal edilmiş palyatif tedbirlerle çözüm ötelenir ve zaman geçerken bedeli Türküyle Kürtüyle Türkiye insanı ödeyecek… İyi de ne zamana kadar?

Çözüm yolunun üç eşiği

Oysa sorunun çözümünün, “siyasal af”la taçlandırılması gereken, biri temel kabul, ikisi de buna bağlı nirengi noktası olmak üzere üç ana unsuru epeydir dillendirildiği için biliniyor : Temel kabul; bir arada yaşama iradesinin, tüm taraflarca gönüllülük koşullarında güvensizliğe ve kuşkuya yer bırakmayacak denli açıkça ortaya konulmasıdır. İki nirengi noktasından biri “anayasal vatandaşlık / yurttaşlık”, diğeri ise eğitim, anadilde eğitimdir. Gerisi teferruattır. Ama teferruat önemsizliğin ya da değersizliğin ifadesi değildir. Buyurun! İşte “sorun bizim sorunumuz, çözüm bizim çözümümüz”, “Ne AB’nin çözümü ne de ABD’nin çözümü” diyen, inisiyatifi figüranların ve “efendiler”inin elinden almak isteyenler için “şahin”liğin er meydanı…

“Kürt sorunu”nun çözüme ulaşma biçimi ve bunun içeriği, istese de istemese de herkesi ve her şeyi değiştirecek ya da değişime zorlayacaktır. Bu süreç bazı sorunları bertaraf ederken, yeni sorun ve tehdit unsurlarını; fiili ve potansiyel anlamda yeni olasılıkları ve dinamikleri de beraberinde getirecektir. Çünkü sorunun çözümü, insanın insanı sömürüsüne dayanan, temel meziyetlerinden biri ve en önemlisi insan dahil her şeyi metalaştırıp pazara sunma olan kapitalist sömürü düzeninin egemenliğinde ve onun sınırları içerisinde aranmaktadır. Ve öyle görünüyor ki bu sınırlar ve koşullar içerisinde de gerçekleşme potansiyeli taşımaktadır. Şimdilik ve yakın vadede başka bir seçenek de görünmüyor ufukta…

* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Yıllar önce Fikret Başkaya’nın, “Paradigmanın İflası” adlı yapıtıyla dile getirdiği bu durum, günümüzde bir çok farklı kesim ve kişi tarafından sık sık telaffuz edilmekte ve gerçekliğin ifadesi olarak bir nevi genel kabul görmektedir.
2 Paradigmalar tahterevallisinden düşen bir figüran : ‘Ergenekon’, 12 Temmuz 2008 Radikal Gazetesi ya da aynı tarihli, http://atalaygirgin.blogspot.com.