25 Şubat 2016

Cumhuriyeti Nasıl Bilirsiniz?




Cumhuriyeti nasıl bilirsiniz ?
 
Fikret Başkaya

Cumhuriyet 29 Ekim 1923’de “kuruldu”. Nasıl “kurulduğu” ne olduğundan bağımsız değildi. Kavramın gerçek anlamındaki Cumhuriyetle [res publica] bir ilgisi yoktu. Sadece o tarihten sonra “Eski Rejim” yeni adıyla çağrılacaktı. Cumhuriyetin kurulmasında halkın [res publica’nın] bırakın bir dahli olmasını, kuruluştan [ilânından densin] haberi bile olmamıştı. Elbette haberi olmayan sadece halk değildi. Mustafa Kemal Nutukta “kuruluş” hikayesini şöyle anlatıyor: “Yemek esnasında; yarın cumhuriyet ilân edeceğiz dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, sureti hareket hakkında, kısa bir program tespit ve arkadaşları tavzif ettim.” ... “Efendiler, görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum görmedim. Çünkü, onların zaten ve tabiaten benimle bu hususta hemfikir olduklarına şüphe etmiyordum. Halbuki o esnada Ankara’da bulunmayan bazı zevat, selahiyetleri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden ve rey ve muvafakatları alınmadan, Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını vesileyi iğbirâr [gücenme] ve iftirak [ayrımcılık] addettiler.” Sofrada bulunan ‘kemikcilerin’ şefleriyle hemfikir olmaması elbette mümkün değildir ve şefin ‘Ankara’da bulunan arkadaşların’ niyetini okuduğu da kesin.
O halde Ankara dışında bulunan ve ‘selahiyetleri de olmayanlar’ neden iğbirâr ve iftirak ediyorlardı? [Ki, Cumhuriyet'in ilan edildiği oturumda 289 milletvekilinin 130'u yoktu]. İtirazın nedeni ne idi? Bu soruya cevap vermeden önce, Saltanatın 1 Kasım 1922’de ilga edildiği halde rejime neden cumhuriyet adı konmadığına, bunun için bir yıl beklendiğine açıklık getirmek gerekiyor. Zira saltanatın ilgasıyla rejim açısından Eski ile Yeni arasında ortaya çıkan yegane fark, Padişah’ın sahneden çekilmesi, iktidarın veraset yoluyla geçmeyeceğinin ilân edilmesiydi. Dolayısıyla gerçekleşen bir hükümet darbesiydi ve emekçi toplum sınıflarının, devlet dışı unsurların herhangi bir dahli söz konusu değildi. Fakat Mustafa Kemal’in ebedî şef ilân edilmesine bakılırsa, saltanatın ilga edilmesinin bu bakımdan da pek bir kıymet-i harbiyesi olmadığı anlaşılacaktır. Eğer yüzyıl yaşasaydı ki, bu teorik olarak mümkündür, 62 yıl Ebedî sef olarak saltanat sürecekti. Bilindiği gibi, Osmanlı padişahlarının tahtta kalmalarının aritmetik ortalaması 17, 3 yıldır. 46 yıllık saltanatıyla rekor Kununî Sultan Süleyman’a aittir. Sultan II. Abdülhamid 33 yıllık saltanatıyla ikincidir... Mustafa Kemalin milli hareketin başına getirildiği tarihten ölümüne kadar geçen süre de 19 yıldır...

01 Şubat 2016

Acil Sivil Müdahale Boykot!


Göz önünde olan gerçek şudur ki, Tayyip Erdoğan kendinden önceki devlet yöneticileri gibi, halkın alın teri ile beslenen bu azgın, bu soygun ve talan düzeninin selâmeti için bir savaşa ihtiyaç duyuyordu. Gayesi vatan, millet ve bayrak nutukları ile şovenizmi tırmandırıp halkın bir kesimini kendi şemsiyesi altında toplamak, kendisine karşı olan diğer kesimleri de korkutarak sindirmek ve dikkatleri savaşa çekip ezilenleri kendi sorunlarının çözümünü düşünemez hale getirmekti. 

İşte bu nedenlerle sadece Kürtlerin değil, tüm dünyanın kandırıldığı o sahte, o uyduruk "müzakere" masasını buharlaştırıp PKK'ye savaş açtı. PKK de, sömürgeci düzenin can damarları sivil projelerle kurutulup Tayyip Erdoğan'ın savaş hamlesi boşa çıkarılabilecek iken, bunu yapmadı, kapışmayı tercih etti. Tayyip Erdoğan da bunu bir fırsata dönüştürüp yaydığı can korkusuyla 1 Kasım milletvekili seçiminde savaşı oyladı ve dökülen her damla kanı bir oy pusulasına çevirdi. 

Asker ve polislerin “YUKARI MAHALLE” tarafından göz göre göre ölüme gönderildikleri bu savaş öyle tuhaf bir savaş ki, birbirlerini kara toprağa gömenler ne yazık ki “BİZİM MAHALLENİN” gençleridir. Yani yoksullar sınıfı olarak aslında kardeş ve aynı kötü kaderin ortaklarıdırlar. Daha dün Sur ve Cizre'de görüldüğü gibi, YUKARI MAHALLE yoksulların çocuklarını acımasızca ölüme gönderirken kendi çocuklarını saraylarda yaşatıyor.
Kaldı ki, bu savaşta sadece asker, polis ve PKK'liler ölmüyor; anne karnındaki bebekler ölüyor, çocuklar, kadınlar, yaşlı insanlar, siviller ölüyor. Kuşatmaya alınan Kürt kentleri IŞİD'ın Kobani'de yaptığı gibi toplarla delik deşik edilerek mezar kentlere dönüştürülüyor, halk göç ettiriliyor. İnsanlar kendi ölülerini bile gömemiyor.

GERÇEK ÇÖZÜM HALKTA