26 Ağustos 2010

Referandum sürecinde sol yok, 'solcu'lar var!

Referandum sürecinde sol yok,
‘solcu’lar var!

Atalay GİRGİN*

Referandumun seçenekleri tüm seçmenler, siyasal partiler, gruplar, çevreler, vb. için belli : Evet, hayır, boykot; eğer sandık başına gidip de “boş oy” atma ihtimalini düşünenleri saymazsak üç seçenek var. Gerekçeleri, söylemleri ne olursa olsun, “biz farklıyız”, “bizim kaygımız vs., vs.dir.” diyenlerin tümünün seçeneği, kaçınılmaz olarak bu üçlüden birine aittir. Düzenin siyasal bilinç sınırları içerisinde yer alanından, tümden düzene karşı olduğunu söylese de herhangi bir oy tercihinde bulunanına dek, solundan sağına herkes ve her kesim için geçerlidir bu durum.

“Boykot” seçeneğini bir yana alırsak, asıl mücadele “Evet”ciler ile “Hayır”cılar arasında sürmektedir. Oylama sonucunda hangisi önde olursa olsun, insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin varlığına herhangi bir halel gelmeyecek, onun “fincancı katırlarını ürkütmeyecek”tir. Hele hele sınıflar mücadelesi ve kazanımlar açısından kıymet-i harbiyesi ise üzerine konuşmaya değmeyecek kadar önemsizdir olası sonuçların... Ama buna rağmen, hâlâ, “13 Eylül günü eğer ‘hayır’ oyları çoğunluğu sağlarsa bu toplum 12 Eylül darbesini onaylamış olacaktır. ‘Hayır’ için çalışmış, ‘evet’ için kolunu kıpırdatmamış herkes bu sonuçtan sorumlu olacaktır. 12 Eylül’ü savunmuş olmanın utancını yaşayacaktır.”1 türü akl-ı evvelliklerden medet uman birilerini görmekse, en hafifinden, üzüntü verici... Bunları aşmak gerek…

Solu ve solcuları düşünmenin imkânı

Referandum sürecini, seçeneklerinin dışında, bir kez daha solun ve ‘solcu’ların varlığını, hal-i pür melalini düşünme olanağına dönüştürmek gerek. Çünkü her kesim, çevre, grup ya da parti kendi tercihini, kendisine atfettiği sıfat doğrultusunda, ‘olması gereken ve doğru sol/sosyalist/devrimci/komünist tutum, tavır’ olarak sunmaya çalışmaktadır. Ki bu anlayışın öteden beri benzeri (referandum, seçim, vb. gibi) dönemlerde ve toplumsal sorunlar karşısında da genellik kazandığı gerçekliği ve hakikati düşünüldüğünde, sorunu salt referandumun olası seçeneklerinden hareketle ve bunlarla sınırlı olarak ele almamanın gerekliliği daha da önem kazanmaktadır.

Bundan dolayı solu ve ‘solcu’luğu seçenek üzerinden değil, aksine seçeneği sol üzerinden, yani onun hem neliği hem de gerçekliği üzerinden değerlendirmek ve belirlemek gerekir. Buradan hareketle, her birini bu yazının sınırları içerisinde yanıtlamak mümkün olmasa da bazı sorular sormak ve yeniden düşünmek gerek:

Solu solculardan, solcuları da soldan ayırmak mümkün müdür? Solun varlığı solcuların varlığına indirgenebilir mi ya da solcuların varlığı solun varlığına delalet eder mi? Daha temel bir soru: Sol nedir? Solun başlıca karakteristik özellikleri nelerdir? Zamandan ve mekândan bağımsız, değişmeyen bir sol var mıdır?

Zaman ve mekândan bağımsız bir sol yoktur

Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde ne zaman ve mekân üstü ne de değişmeyen bir soldan söz edilebilir. Bazı karakteristik özellikler ya da kabuller dışında, her çağın, her toplumun solu, genel sol hareketi, içerisinde doğup geliştiği çağın ve toplumsal koşulların rengini taşır ve sürekli değişir. Ancak şunu da belirtmeden geçmemek gerek: Kapitalizmin dünyayı tek bir pazara dönüştürdüğü, öznel koşullar bir yana, nesnel anlamda işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıfsal mücadelenin uluslararasılaşmasının koşullarını yarattığı, hatta her geçen gün bunun pekişmesine neden olduğu özellikle 20. yüzyıl ve daha ilk çeyreğinde olduğumuz 21. yüzyıl; sınıf temelli bir toplumsal muhalefet hareketi niteliğine haiz solun da yerel, bölgesel ve genel düzeyde sahip olduğu ortak karakteristik özelliklerinin yanı sıra, genelleşen mücadele ve örgütlenme deneyimlerinin de belirginleşip arttığı ve kuvveden fiile dönüşme olasılığı kazandığı bir dönemdir. Hem de her zamankinden de güçlü bir biçimde enternasyonal, hatta transnasyonel bir örgütlenme ve mücadelenin koşullarını taşıyan bir dönem...

Elbette ki hem toplumsal-sınıfsal hem de siyasal ve ideolojik mücadelede ona yüklenilen anlam açısından “sol” kavramının tarihi yenidir. Kavramın yakın çağlara ait oluşu, daha önceki çağlarda varlık bulmuş toplumlarda bu kavramın neliğine uygun toplumsal, siyasal hareketler olmadığı anlamına gelmez. Nitekim, insanlık tarihi, toplumsal mücadeleler tarihi, insanın sosyal bir varlık olarak, ekonomik, sosyal, siyasal, dinsel, cinsel, vb. anlamda bir diğerinin üzerinde tahakküme yöneldiği ilk andan bu yana, bu tür hareket ve mücadelelerin başarı ya da başarısızlıkla sonuçlanan örneklerini aktarır.

“Sol” kavramının öncesinde ya da sonrasında ortaya çıkmış siyasal-toplumsal, şu ya da bu ölçüde de sınıfsal hareketleri, solun neliği açısından değerlendirmeye yöneldiğimizde karşılaşılan başlıca karakteristik özelliklerden bazıları şunlardır: Birincisi, her muhalefet hareketi sol değilse de, bu tür hareketler genel olarak muhaliflikle, toplumsal muhaliflikle karakterize olurlar. İkincisi, bu muhalefetin düşünce, söylem ve davranışının üzerinde yükseldiği, ete kemiğe büründüğü hareket noktalarının önde gelenleri ise adaletsizlik karşısında adalet, eşitsizlik karşısında eşitlik, haksızlıklar karşısında hak talebidir. Üçüncüsü ise içerisinde var oldukları koşullarda, bilincine vardıkları kadarıyla her türden baskı ve zulme karşı çıkışlarının bir “özgürlük çığlığı”na, bir “özgürlük talebi”ne dönüşmesidir.

Özellikle ikinci ve üçüncü özellikler, bu hareketleri, toplumun ezilen ve sömürülenleri, mazlumları, adaletsizlik ve çaresizlik duyguları içerisinde sessizleşen yığınları nezdinde fiili ve potansiyel anlamda hem umut hem de toplumun vicdanı kılar. Söz konusu özelliklerin tümü ise açık ya da örtük bir biçimde hareketin varlık kazandığı toplumsal koşullardaki egemen mülkiyet ve siyasal iktidar ilişkilerine, bununla şekillenen üretim, tüketim ve bölüşüm süreçlerine karşı çıkma ve bunlarla mücadele etme temeli üzerinde yükselir. Fiili ve potansiyel güçleri ne denli dar ya da geniş olursa olsun, bu nitelikleri taşıyan hareketler, içerisinde bulundukları toplumlarda, daha farklı renkleri, öncelikleri de olan birey ve grupları kendi etki alanına çeken, onlardan etkilendiği kadar, onların söylem ve davranışları üzerinde de etkide bulunan birer toplumsal muhalefet hareketi niteliğine haizdir.

Toplumsal muhalefet niteliği kazanan bir sol hareket, gökkuşağı gibidir. Dönem dönem renklerden biri ya da bir kaçı genelleşen bir meşrulukla öne çıksa da asla bir tek renge bürünemeyecek olan… Çünkü rengi tekleştikçe, hatta tekleş(tiril)me eğilimi güçlendikçe, asli niteliği olan, özellikle kapitalizm koşullarındaki sınıf temelli toplumsal muhalefet hareketi olma işlevini yitirmeye başlar ki bu andan itibaren, yavaş ya da hızlı bir biçimde küçülerek ‘solcu’ sıfatını taşıyan grup, çevre ya da partilerden birine dönüşür. Oysa toplumsal muhalefet hareketi kimliğine haiz sol, ne “şu” diye gösterilen bir ya da birkaç ‘solcu’ grup, çevre ya da partiden ibarettir, ne de ‘solcu’ denilenlerin tümünden…

Sol, solcuların aritmetik toplamına indirgenemez

Herhangi bir toplumda solcuların varlığı, siyasal ve ideolojik olarak genel anlamda hegemonik, şu ya da bu ölçüde sınıf temelli bir sol hareketin de var olduğu anlamına gelmez. Çünkü sözü edilen özelliklere haiz bir sol hareket, kendilerine atfettikleri sıfat ne olursa olsun, tek tek solcuların da irili ufaklı sol/sosyalist/devrimci/komünist, vb. toplumsal hareket, çevre ve grupların da aritmetik toplamından ibaret değildir. Her daim bundan daha fazlasıdır. Tıpkı orman gibi…

Ağaçsız orman olmaz, ama nerede olursa olsun, hiçbir yerde de tek tek ağaçların ya da aynı türden ağaç gruplarının toplamından ibaret değildir orman. Ağaçların varlığı, ormanın varlığının yeter koşulu da sayılmaz zaten. Dolayısıyla, sol hareketin var olduğu her yerde farklı renklere sahip solcular vardır, ama renkleri ne olursa olsun, solcuların var olduğu her yerde bir sol hareket yoktur.

Referandum süreci, yukarıda söz konusu edilen, solun varlığının ‘solcu’ların varlığına indirgenemeyeceği hakikatinin, Türkiye gerçekliğinde kavranabilme olasılığını bir kez daha artırmıştır. Ancak kavranabilme olasılığındaki artış, ne kavranacağının güvencesidir ne de bunun gereğinin yapılıp tek tek ağaçların ve aynı türden ağaç gruplarının elele kolkola kendi toplamlarının ötesinde bir orman yaratacaklarının… En azından yakın vadede böyle bir olasılık görünmüyor bu coğrafyada… Bundan dolayıdır ki onlarca yıldır yaşanan bir çok olay ve sorunda olduğu gibi bu referandum sürecinde de sol yoktur, ‘solcu’lar vardır.

“Sol”un, daha doğru bir deyişle, sınıf temelli bir toplumsal muhalefet hareketi niteliği ve kimliğine sahip bir “sol” hareketin yokluğu koşullarında, böylesi bir hareketi inşa etmek ve onun ayrılmaz bir bileşeni olmak için hareket etmesi gerekenler, bulundukları köşelerden, acz ve çaresizliklerini kapatmak istercesine ahkâm kesiyorlar. Sınıf temelli bir toplumsal sol hareketin neliğinin gerektirdiği özellikler, öncelikler, ihtiyaçlar temelinde söylem ve davranışa yönelmiyorlar. Hem de toplumun, işçisinden işsizine; kendi bağında, bahçesinde, tarlasında her geçen yıl tüccarın ücretli işçisine dönüşen yoksul köylüsünden memuruna; emeklisinden esnafına dek, geniş kesimlerinde, adalet duygusu aşınıp adaletsizlik duygusu yaygınlaşırken, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik sarmalında gelecek kaygısı artarken, hadi diğerleri bir yana, yalnızca adalet talebi ekseninde bile hep birlikte ortak kampanyalar, mitingler örgütlemek varken yönelmiyorlar, “sol”un neliğine ve varolan gerçekliğe uygun davranışlara… Neden? Oysa referandumda belirlenecek seçeneğin ne olacağının, ne olması gerektiğinin de turnusol kağıdıdır söz konusu zemin, yalnızca nelik anlamında değil, gerçeklik anlamında da…

Ama ne var ki şimdilik bu ‘solcu’lar, gerçeklik üzerinden seçeneği belirlemeye de davranmaya da yeltenmiyorlar. Aksine “sol” diye kendi renklerini ve önceliklerini sunmaya, sözüm ona yaşamı kendi renklerine boyamaya yelteniyorlar. Eğer inanırsanız, ki laf aramızda epeyce inanan da var, her biri birer gökkuşağı… Ne var ki her biri tek renkten oluşan… Oysa tek renkli ebemkuşaklarıyla yapabildikleri ve yapabilecekleri yegane şey kendilerini ve kendilerine inananları, ya birilerinin ardı sıra “boykot” diyerek saksağanlaştırıp paranteze almak; ya “yetmez ama, evet”le sözüm ona “özgürlükçü” ‘kılıverip’ iktidar ve avenesinin peşine takmaktır. Ya da kendi başına çıplak bir “hayır”a mum etmek… Bu halleriyle hepsini toplayıp aynı kazana atmak mümkün olsa da bir “sol” etmezler, ancak yine de ‘solcu’ kalmayı başarırlar. İşte sol, tam da bunlardan dolayı onların aritmetik toplamından ibaret değildir ya zaten…


• Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com

1 Doğan Tarkan, Neden yetmez, neden evet?, Radikal İki, 8 Ağustos 2010.

Hiç yorum yok: