01 Mayıs 2008

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK
Atalay GİRGİN
I
Özgürlük var mıdır? Eğer varsa, özgürlük nedir? Eğer yoksa, özgürlük talebinin anlamı nedir?
Özgürlük, insanın bilincinden bağımsız olarak varolan herhangi bir gerçek varlığa ya da onun gerçekliğine delalet eden bir kavram değildir. Yani insanın düşüncesinin, bilincinin dışında ne bir varlığa ne de bir gerçekliğe dayanır. Düşünsel bir kavram olarak, yalnızca düşünsel, düşsel bir varoluşa sahiptir.
Özgürlük, her çağda, her toplumda, insanların bulundukları yere, bireysel ya da toplumsal istek, özlem ve ihtiyaçlarına, eylemlerinin ya da eyleme girişimlerinin karşısına çıkan engellere göre, yerli yersiz telaffuz ettikleri kavramlardan biridir.
Toplumsal eşitsizliğin veri olduğu, egemenlerin ve tabii olanların varolduğu hiçbir çağda ve hiçbir toplumda, herkes için geçerli evrensel bir özgürlük yoktur. Herkesin kendisine göre bir anlam yükleyebildiği, içerisinde yaşadığı koşullarda kendisine göre ‘somutlayabildiği’ kavramlardan biridir özgürlük. Ki bu noktada, genelliği ve mutlaklığından değil, göreliliğinden söz edilebilir özgürlük denilen bir halin...
O, telaffuz edilişi ya da okunuşuyla çağrıştırdığı sınırsızlık ve engellenemezlik anlamına rağmen, ancak belirli bir zaman ve mekan koşullarında, bunun fiili ve potansiyel olanakları temelinde ileri sürülen kabullerle belirlenip algılanır kılınabilir. Bu ise, kavramın çağrışımsal anlamı ile daha başlangıçta kurulan, ortaya çıkan bir çelişkidir. Çünkü, hem zamanın ve mekanın belirliliği, hem bunun olanaklarının sınırlılığı, hem de ileri sürülen kabuller, bir sınırsızlık ve engellenemezlik çağrışımı yapan özgürlük’e bir sınır çizer. Her sınır bir engellemedir. Bir soyutlama düzleminde düşünürsek, özgürlük ve sınır, ikisi bir arada olamayacak ya da olmaması gereken kavramlardır.
Bunun yanı sıra, her anlam ve her değer de özgürlük’e sınır çizer. Keza, bireyin karşılaştığı herhangi bir durum karşısında yapmayı ya da yapmamayı seçtiği eylemler de... Burada bir sorumluluk peydah olur. Sorumluluk’un peşi sıra ise, müeyyideler; bedel ya da ödül... Anlam, değer, sorumluluk, bedel, ödül, ister bireysel nitelikli olsun, isterse toplumsal, özgürlük’e çizilen sınırlardır.
Bunlar düşünüldüğünde ise, özgürlük anlamın ve değerin yokluğudur. Anlamın ve değerin yokluk hali ise insansızlıktır. Çünkü insan, anlam ve değer üreten, dahası bunlarla varolan bir varlıktır.
Bu noktada özgürlük, çağrıştırdıklarının aksine, bir sınırlılık, sınırlanmışlık hali olarak anlam kazanır; bireysel ve toplumsal düzeyde... Bu ise kendini bir nakzediştir.
Bunun aşılması gerek ama bunun öncesinde bir ara söz: Özgürlük, insanın ve insanlığın en güzel sayıklamalarından, en güzel düşleri ve rüyalarından biridir. Bunları güzel kılan ise sonunda uyanılabilmesidir. Sonuna uyanışla varılamayan, hiçbir rüya, hiçbir düş ya da hiçbir sayıklama güzel sıfatını kazanamaz... Özgürlük’ü, ne denli ulaşılmaz olursa olsun, güzel kılan da bu olsa gerek...

II
‘ÖZGÜRLÜK TALEBİ’NİN NELİĞİ

Özgürlük talep edilemez.
Eğer bir şey talep edilebiliyorsa, bir ya da bir kaç talebe veyahut da bir talepler manzumesine indirgenebiliyorsa, o şey asla özgürlük olamaz. Çünkü her talep, en az iki muhatabı gerektirir : Talep eden ve kendisinden talepte bulunulan. Bunlardan biri egemendir, diğeri tabi olan ya da biri iktidardır, biçimlendirendir, diğeri yönetilendir, biçimlendirilmesi gerekendir.
Birinden bir şey istemek, onun egemenliğini, iktidarını tanımak demektir. Ki iktidar ve özgürlük, kavramların neliği açısından, bir araya gelemeyecek denli karşıttır ve dışlar, yadsır birbirini. Bundan dolayı da hiçbir iktidar mücadelesi, özgürlük mücadelesi değildir.
Hangi çağda, hangi toplumda olursa olsun, tarihsel ve toplumsal anlamda, insanın ya da bir soyutlama düzleminde insanlığın, bireysel ve toplumsal vicdanın kabul edilemez olarak algıladığı eşitsizliğe, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı yükselttiği çığlığın ve koşullar değişmediği sürece, bıkmadan usanmadan yinelediği sayıklamanın adı olagelmiştir, özgürlük. Koşullar değişmeye, haksızlığın tescili olan haklar biçimsel ifadeye bürünmeye başladıkça da, çığlık dinmeye, sayıklama tükenmeye yüz tutar, her geçen gün... Çünkü yaşam ve yaşamın gerçekliği galebe çalmaya başlar.
Oysa bu hem kavramın yarattığı çağrışıma hem de bununla koşutluk içeren neliğine uygun değildir. Aksine bir yanılsama vardır ortada. Ama bu yanılsama, eşitsizliğe, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı yükseltilen çığlığın içeriğinden değil, bu çığlığa verilen addan kaynaklanır.
Dahası, bir adım daha atarak şunu söylemek gerek : Bu, bir şeyin adını telaffuz etmekle ya da bir adın, bir kavramın varlığı ile onu gerçeklik addetme yanılsamasından kaynaklanır. Oysa her adın ya da her kavramın bir gerçekliği yoktur. Tıpkı Anka Kuşu gibi... Tıpkı Tek Boynuzlu At gibi...
Velhasıl tıpkı özgürlük gibi... Tıpkı ‘özgürlük talebi’ gibi... Ama yine de en güzel sayıklamanız özgürlük olsun. Rüyalarınız, hayalleriniz olsun ve sonunda da güzel diyebilmeniz için uyanışlarınız...

Hiç yorum yok: